Siyaset Felsefesi 3: Haklar Nelerdir?
Gelin öyleyse, sizinle hakların önemi konusunda biraz konuşalım. Sahip olduğumuz hakların neler olduğundan pek bahsetmeyeceğim. Bu çok kapsamlı bir tartışma olurdu. Ben yalnızca hakların neden önemli olabilecekleri sorusu üzerinde duracağım.
Şunu düşünerek başlayalım: Pek çok insan hazzın iyi, acının ise kötü olduğu konusunda hemfikirdir. Yine pek çok insana göre mutluluk iyidir, fakat ıstırap kötüdür. Üzerlerinde düşündüğünüz zaman, pek çok sosyal normun acı ve ıstırabı azaltmaya, haz ve mutluluğu arttırmaya yönelik olduğunu görürsünüz. Bu durum, pek çok düşünürün ahlaki normların temelde belki de bunun için var olduğunu düşünmesine neden olmuştur. Ahlakın yegâne varlık amacı, tüm insanların toplam mutluluğunu maksimuma çıkarmak için hazzı acıdan üstün kılmaktır. İşte bu düşünceye yararcılık (utilitarianism) adını veriyoruz. Buna göre herkesin sahip olduğu mutluluğu üst üste toplayacak ve yine herkesin sahip olduğu ıstırabı toplayacak, toplam haz miktarının toplam ıstırap miktarından daha fazla olmasını sağlayacaksınız. Toplam net mutluluğu en üst düzeye çıkarmak için ıstırap miktarını mutluluk miktarından çıkarın.
Ve düşündüğünüzde, kendi yaşamlarımızda mutluluk ve acı arasında belirli türden değiş-tokuşların yaşanmasına izin vermek makul gözükmektedir. Yani diyelim ki Shaun T’nin Insanity 30’u gibi yeni bir egzersiz programına başlamaya karar verdiniz. Bunu yaparken muhtemelen çok acı çekeceksiniz, çünkü zor, fakat bu duruma hazırsınız. Zira “Şu an egzersiz yaptığım için acı çekiyorum ama uzun vadede sağlığım için buna değer.” şeklinde düşünürsünüz. Veya belki cebinizde biraz para vardır ve kendinize bir oyuncak almak isteyebilirsiniz ama bunun yerine parayı emekliliğinize yatırmaya karar verirsiniz. Bu durumda şimdi biraz sıkıntı çekeceksinizdir fakat geleceğinizde daha fazla zevk almak adına, mevcut zevkiniz veya acınızla bir çeşit değiş-tokuş yapıyorsunuzdur. Bu tür takasları kendimiz adına her zaman yapıyoruz. Peki, bu tür bir değiş-tokuşu diğer insanlar arasında yapabilir miyiz? Kendi yararım adına size ıstırap verebilir miyim veya ben sizin için acı çekmeli miyim? Faydacılığın buna cevabı evet olacaktır. Eğer ahlakın amacının toplam zevki maksimize etmek olduğunu söylersek ve bu insanlar biraz acı çektiğinde bu insanlar epey fayda sağlayacaksa bunda bir sıkıntı olmayacaktır. Fakat bunun gerçekten adil olup olmadığı meselesi belirsizdir. Şu halde haklar, bu görüye bir çeşit cevap olacaktır.
Şimdi size bunun ne tür durumlarda önemli olabileceğini göstermek için birkaç kısa hikaye anlatacağım. Omelas’ı Terkedenler (The Ones Who Walk Away From Omelas) isimli kısa hikayemizde bir düşünce deneyi var ve buna genellikle faydacılık akımına karşı bir örnek gözüyle de bakılır. Bu kısa hikayede Omelas isminde çok güzel, harikulade bir şehir tasvir edilir. Şehirle ilgili her şey azametlidir. Yerleşim düzeni harikadır. Tüm insanları sağlıklı ve zariftir. İnsanların birbiriyle olan ilişkileri mükemmeldir vesaire. Fakat hikaye ilerledikçe öğreniyoruz ki şehrin bu harikuladeliği bir sihrin eseri. Küçük bir çocuğa pis bir odada işkence edilmekte ve çocuk kendi pisliği içinde bırakılmaktadır. Çocuğun bu acıları çekmesi sihirli bir şekilde herkesi daha iyi yapıyordur ve Omelas’ta yaşayan her çocuk orta okul eğitiminin bir parçası olarak bu çocuğu görmeye getirilmektedir. Hikayeye Omelas’ı Terkedenler denmesinin nedeni hikayenin sonunda saklı ve bu son, insanların nasıl gece vakti Omelas’tan tüydüklerini ve bir daha da geri dönmediklerini açıklıyor. Şimdi, Omelas ilk bakışta ütopik ve kusursuz görünür fakat sonradan öğreniyoruz ki bunun için bir insan birilerinin çıkarı için kullanılıyor ve işkence görüyor. Sezgilerine değer veren çoğu insan, Omelas’ta suç oranları çok düşük, sağlık ve diğer sosyal faktörler dünya üzerindeki bir başka ülkeden çok daha iyi durumda olsa bile bunu son derece adaletsiz bulur.
Buna benzer başka bir düşünce deneyi de filozof Robert Nozick’in “Yarar Canavarı”dır. Farz edelim ki ben, zevk için neredeyse sınırsız kapasiteye sahip olan ve diğer insanların acı çekişini izlemekten haz alan bir sadistim. Siz ne kadar acı çekerseniz, ben bunun karesi oranında haz alacağım. Yani siz eğer 3 birim acı çekerseniz ben 9 birim mutluluk kazanacağım. Haz kapasitem ise sınırsız. Yani bu yarar canavarı var olsaydı yararcılığın (utilitarianism) net bir temsili olacaktı. Ve onların yararı için kendinizi feda etmeliydiniz. Bunu yaparken ise toplam mutluluğu maksimuma çıkarsanız bile bu açıkça yanlıştır.
Şimdi bazı insanlar şöyle düşünüyor: “Eh, bu düşünce deneyleri sadece bir çeşit şatafatlı saçmalık. Bir çocuğa işkence edip başkalarına yardım edebileceğin büyü gibi bir şey yok. Gerçekte bir yarar canavarı yok.”. Bu tür düşünce deneyleri, derdimizi daha iyi anlatmak amacıyla kullandığımız uç senaryolardır. Ancak gerçekte bunun gibi verdiğimiz birçok ödün var.
Bu yüzden, eğer ABD ordusu için çalışıyorsanız ve “Ortada bir terörist var ve ben onu bombalayabilirim, etrafındaki 50 kişi de ölür ama muhtemelen gelecekte daha fazla insanın hayatını kurtarmış olurum.” diye düşünüyorsanız, bu doğru mudur? Bu adil midir? Veya hükümet için çalışıyorsanız ve “Terörist saldırılarını önlemek için bir çok Amerikalıyı gizlice gözetleyeceğim” diyorsanız, bu adaletli midir yoksa adaletsiz mi? Veya Tuskegee Frengi Deneyi denilen şeyi duymuşsunuzdur. ABD hükümeti ne olacağını görmek için frengi insanlara vermişti, ve buradaki amaç frengi üzerine çalışmaktı ve sonra belki tıp hakkında bir şeyler öğrenebilmekti, ve ileride daha çok insana yadım edebilmekti. Bu vakaların her birinde, hükümet diğer insanların menfaatleri için bir kişiye zarar veriyor. Düşünce şu, zarar verdikleri sadece bir kişi ancak çok daha fazlasına yarar sağlıyorlar, bu yüzden buna değer. Pek çok insan buna tepki gösterirken şunu düşünmektedir: “Bu haksızlık. Belki buna yaparak toplam mutluluğu ve toplam memnuniyeti maksimize edebilirsiniz ama böyle bile olsa, bu doğru değil.”. Ve bu, hakların önemli sayılmasının sebebidir.
Birçok düşünür yararcılığa karşı tepkilidir ve yararcı düşünceyle ilgili problemin, yararcılığın kişilerin ayrı olma özelliğine saygı önem vermediğini düşünürler, şey gibi, acı çekmek için hazdan feragat etmekte benim için bir sakınca yok çünkü ben tek bir bireyim, fakat kendi yararın için bana zarar vermen veya benim yararım için kendine zarar vermen kabul edilebilir değil, çünkü bizler farklı kişileriz. Yararlarımızı tek bir tartıya koyamayız. Bunun yerine belki de haklara ihtiyacımız var.
Ünlü filozof Ronald Dworkin der ki haklar iskambil kartlarındaki kozlar gibidir. Bir hakkın işlevi, toplumun kendi faydası için de olsa sizin çeşitli şekillerde kullanılmanıza engel olmaktır. Yani toplum “Bunu size yaparsak, bize çokça faydası olur.” diyebilir ve siz de haklarınızı öne sürer ve “Hayır, yapamazsınız. Bu bir koz (kartı). Ne pahasına olursa olsun, bu sizin toplumsal hesaplamalar yapma yeteneğinizin üstündedir.” diyebilirsiniz.
Öyleyse burada, hangi haklara sahip olduğumuzu konuşmak için bulunmuyoruz. Sadece hakların genel olarak nasıl çalıştığı hakkında konuşacağız. Neler bunlar? Ve hukuk teorisyeni Wesley Hohfeld, hakların ortak bir çalışma biçimine sahip olduğunu belirtmektedir. Bir şeye hakkım olduğunda bu, size ve geri kalanlara bir çok görev yükleyebilir. Benim yaşam hakkım, size beni öldürmemeniz için uygulamanız gereken birçok mesuliyet yükler. Benim ifade özgürlüğü hakkım, sizin benim konuşmamı susturmamanız yükümlülüğü demektir. Vicdan özgürlüğü hakkım, sizin bana bir dine veya ideolojiye inanma konusunda baskı yapmama mecburiyetiniz olduğunu anlamına gelir. Yani hakların çalışma şekli budur.
Bir kişinin bir hakka sahip olması, diğer kişilerin bu haklara ilişkin doğabilecek yasal olarak icrası mümkün sorumlulukları üstlenmesi demektir. Bu yüzden büyük sorulardan ikisi “Hangi haklara sahibiz? Bu haklar ne kadar kuvvetli?” sorularıdır. Bir şeyin gerçekten bir hak olması, güçlü bir mükellefiyet olmasını gerektirir. Kolayca vazgeçebileceğimiz bir şey olamaz. “Negatif haklara mı, pozitif haklara mı yoksa ikisine birden mi sahibiz?”. Negatif hak bir şekilde müdahale edilmeye ya da bir şekilde zarar görmeye karşı bir hak iken pozitif hak diğer insanlara benim için bir şey yapma mükellefiyeti yükleyen bir hak olacaktır. Mesela, çocuklarımın yetiştirilme hususunda bana karşı sahip oldukları pozitif haklar var. Onları öldürmemem, hayatta tutmam yeterli değil. Aynı zamanda onları beslemem de gerekiyor. Onlar için bir şeyler yapmakla yükümlüyüm. Hohfeld’in bu makalesinden sonra herkes hakların nasıl yürüdüğü konusunda hemfikir olmuştur. Haklar, diğer insanlara mükellefiyet getiren şeylerdir. Ve, hakların önemli olmasının bir nedeni, birbirimizi kötüye kullanmadan, çıkarımız için kurban etmeden veya birbirimize zarar vermeden birlikte yaşamı sürdürmemizi sağlamasıdır.
Robert Nozick bunu hafifçe eşeledi ve “Eğer felsefe veya siyaset felsefesi, hakları hesaba katmasına rağmen onlara doğru bir şekilde saygı göstermiyorsa bu, onlara doğru değeri vermekte de başarısız olabileceği anlamına gelir.” dedi. Bir teori hayal edin ve adına da hakların yararcılığı (utilitarianism of rights) diyelim. Bu, kesin hak ihlallerini en aza indirmeyi hedefleyen bir görüş olsun. Yani haklar önemlidir öyleyse hak ihlallerini en aza indirelim. Şimdi bu görüşteki problem şudur: Eğer sadece hak ihlallerini en aza indirmeye çalışıyorsanız “Hak ihlallerini en aza indirmenin bir yolu da bazı hakları ihlal etmekten geçer.” şeklinde düşünebilirsiniz. Nozick’in buna yorumu, haklara bazı yönlerden saygı göstermekle beraber onları ciddiye alma konusunda başarısız olmaktadır, olur. Buradaki hedef, yani haklar yan sınırlardır. Hakların işlevi sizi belli başlı şeyleri yapmaktan alıkoymak veya sizin belli bazı şeyleri yapmanızı gerekli kılmaktır. Ancak yapılması veya yapılmaması gereken şeylere dair yükümlülükler yerine getirildikten sonra öteki unsurların derdine düşebiliriz. Nozick bunu dile getirdikten sonra çoğu felsefeci de ona bu konuda katıldı. Şöyle düşünüyorlardı: “Evet, haklar tam olarak böyle çalışır. Yapıp yapamayacağımız şeyler konusunda bizi kısıtlar. Bazı sosyal hedefleri gerçekleştirmek adına insanların belli başlı şeyleri yapmasını yasaklar.”. Haklar kavramının içeriği ve nasıl çalıştıkları bu şekilde özetlenebilir. İnsanların hangi haklara sahip olduğu, onlara neden sahip olabilecekleri veya öteki filozofların bu konuda ne dedikleri hakkında pek konuşmadık. Sadece hakların neler olduğu ve işlevinin ne olduğu hakkında düşünüyoruz.
Üzerine düşünülmesi gereken son bir şey de şu; haklar, kamu yararını en üst düzeye çıkarmak için insanlara bir şeyler yapmanızı yasaklayan kısıtlamalardır. Bu, hakların kamu yararı için kötü olduğu anlamına gelmez. Haklara sahip olmanın insanlar için fazlasıyla fayda sağlayan şeylerden biri olduğu bile ortaya çıkabilir. Haklara sahip olmak, barış ve refah içinde birlikte yaşamamızı sağlayan şey olabilir. İnsanların sahip olabileceği çeşitli haklardan ve bunlara karşı olan ile bunları destekleyen argümanlardan bahsettiğimizde, göreceğimiz ortak ögelerden biri, insanlara hak vermenin iyi bir nedeninin bu hakların başkalarına yararlı olmasıdır. Bu kulağa ilginç ve neredeyse çelişkili bir ifade gibi gelebilir, yararı maksimuma çıkarmak istiyorsanız, insanların yararı maksimuma çıkarmaya çalışmasına izin vermeyin, bunun yerine haklara saygı duymalarını sağlayın.
Soru: Bir şeyleri yapma ya da yapmama özgürlüğü ve serbestliğinin ne olduğu veya bunların önemli olup olmadıkları konusunda bir anlaşmazlık varken, yararcılıkla ilgili soruları bu kavramlarda bir fikir birliği bile olmadan nasıl cevaplamaya başlayabilirsiniz?
Brennan: Evet, bu gerçekten çok güzel bir soru. Kimi yararcılar (utilitarians) hak diye bir şeyin olmadığını iddia ederler. Haklarla ilgili kaygıları anlamsız bulurlar çünkü önemli olanın acı ve ızdırap çekmeye karşı haz ve mutluluk sahibi olmak olduğunu düşünürler. Burada araya girip neyin bunu maksimum seviyeye çıkardığını göreceğiz. Bazı yararcılarsa nelerin acı, haz ve benzeri duyuları azami seviyeye çıkardığını anlamanın, hangi haklara sahip olduğumuzu göstereceğini düşünür. Bu yüzden filozof John Stuart Mill, Hürriyet Üstüne (On Liberty) isimli bir kitap yazar ve kitabında insanlara ataerkil (babacan) müdahaleyi önleyici kapsamlı hakları da içeren vatandaşlık haklarının verilmesi gerektiğini savunur. Nihai argümanı, her bireyin etrafına bir özgürlük küresi çizilmesi ve bu kürenin sınırlarının, toplam yararı maksimize edecek şekilde belirlenmesi gerektiğidir. Ona göre, toplamda en iyi sonuçları elde etmek istiyorsak insanlara en aptalca seçimleri yapma, hatta kendilerine zarar verme imkanı sağlayacak kadar geniş özgürlükler verilmelidir. Toplam yararın bu şekilde maksimize edilebileceğini düşünür.
Yani, ilginç bir argümanla karşılaşıyorsunuz. Ama, insanların üzerinde hemfikir olmadığı neyin adaletli neyin adaletsiz ya da neyin ahlaken doğru neyin ahlaken yanlış olduğu gibi daha genel konulara veya sorulara doğru ilerliyorsunuz. Bu da ilginç bir yön fakat insanlar her şey hakkında ihtilafa düşerler. Matematik ve bilim konularında bile anlaşamazlar. Bazen bu anlaşmazlıkları ortak bir zeminde olduğumuzu fark ederek çözeriz. Yani bir takım ahlaki inanç, sezgi ve yargılarınız olduğunu ama bunların birbiriyle tutarlı bir bütünlük oluşturmasının pek muhtemel olmadığını düşünürsünüz. Dahası, inançlarınızın hepsini aynı anda kafanızda tutamazsınız. Yani bütün inançlarınızı yazar ve onlara bakarsanız, bazı tutarsızlıklar olduğunu göreceksiniz. Siyaset felsefesinin büyük bir kısmı da bu çelişkileri fark etmek ve gerilimi bir şekilde çözmeye çalışmaktır. Yani ahlaki uyuşmazlıkları çözmenin bir yolu, “Sen ve ben bu konu hakkında hemfikir değiliz ama bu ilkeler ve bu olgular hakkında hemfikiriz. Bu ilkeler ve olgular birlikte ne anlama gelir?” diyebilmemizi sağlayan ortak değerleri görmektir. Yani biz bu ortak zemini arıyoruz ve bunun bizi nereye götürdüğünü göreceğiz. Ve bugün bahsedeceğimiz argümanlar “Ben sol liberalim ve sen bir liberteryensin ama bu iddia konusunda aynı fikirdeyiz, ve bu iddia benim pozisyonumu desteklerken, seninkini desteklemiyor” biçiminde olacak.
Konuşmacı: Jason Brennan, Georgetown Üniversitesi
Kaynak: libertarianism.org
Çeviren: Deniz Karakullukçu, Elif Şahin, Ezgi Yıldırım, Cengizhan Asıliskender, Furkan Yıldız, Liliya Bondar, Samet Tonyalı, Zilan Akbaş
Redaksiyon: Seçkin Sosyal