Konu hakkında daha derinlemesine gitmek isteyenler, aşağıdaki linkleri inceleyebilirler ancak dil ingilizcedir;
The Economic Organization of a P.O.W. Camp[article]: Economist R.A. Radford recounts his tale of market development and exchange in the most unlikely of places – a Prisoner of War camp
Trade and Specialization(video): A cadre of economic scholars explains the marvel of how specialization and trade saves us work and makes us better off
Gains from Trade(video): A short video explaining how specialization and exchange makes everyone better off
Treasure Island: The Power of Trade. Part II. How Trade Transforms Our Standard of Living[article]: Why did Bill Belichick become head coach of the New England Patriots instead of an economist? Trade, of course!
The Magic of Free Trade[article]: The benefit to society of free trade is so easy to see, even a fifth grader can understand!
Neden Mübadelede Bulunuruz?
İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli olduğu bir zamanda, 1944 yılında, Radford isimli bir İngiliz iktisatçı, orduda görev yapmaktaydı. Düşman askerleri tarafından esir alındı ve bir yıldan daha uzun bir süre esir kamplarında yaşamak zorunda kaldı. Kamplardaki esirler, yiyecek, sigara ve daha başka birtakım ihtiyaç maddelerini içeren, Kızıl Haç’ın tedarik ettiği yardım paketlerini alıyorlardı. Bu yardımlar, esirler açısından vazgeçilmez bir değer taşıyordu. Başlangıçta esirler, teslim aldıkları paketten çıkan sevmedikleri ürünleri geri vermekteydi. Ancak çok geçmeden bunları istedikleri diğer ürünlerle mübadele etmeye başladılar. Radford’un bu davranışa ilişkin açıklaması sizi şaşırtabilir. Tutsaklar, esir alındıklarından kısa bir süre sonra yardım malzemelerini geri vermenin veya hediye etmenin anlamsız bir şey olduğunu anladılar.
“Esirler böylece, bu yardım malzemelerini değiş-tokuş etmenin, bireysel tatminleri açısından, oldukça iyi ve adil bir şey olduğunu keşfettiler”. Adil mi? Gerçekten mi? Neden yardım malzemelerini değiş-tokuş etmek, hediye alıp-vermekten daha adil olsun ki? Çünkü gönüllü değiş-tokuş sayesinde, söz konusu değiş-tokuşa taraf olanların her ikisi de bir kazanç elde etmiş olurlar. Zaten bunun böyle olduğunu düşünmeselerdi ellerindekini takas etmeyi akıllarından bile geçirmezlerdi. Hediyeler güzeldir; ancak yalnızca hediye alanın kazancını arttırır. Elbette hediyeyi veren, karşılığında bir hediye almayı bekleyebilir ve böyle bir durumda zaten takastan söz ediyoruz demektir.
Radford’un söylediği şey, iki açıdan önemlidir. Birincisi, takas, kaynak dağılımındaki hataları düzeltir, zira ürünlerin onlara en çok değer veren kimselerin elinde toplanmalarını sağlar. İkincisi, takas, katılımcıların tamamını mutlu eder. Bu söylenenlerin her ikisi de takasın temelleri arasında ve oldukça önemlidir.
İlk önce farklı tercihlere sahip bireylerin ellerinde aynı ürünler olduğunu varsayalım. Diyelim ki birlikte pikniğe gittik, elimizde de içlerinde birer adet sandviç, cips, turşu ve kurabiye olan iki adet yolluğumuz var. Ben cipsi ve kurabiyeyi çok seviyorum. Eğer ki kabul edecek olursan, bunlar karşılığında sana turşumu vermeyi teklif ediyorum ve elimizdekileri değiş-tokuş ediyoruz. İkimiz de toplamda aynı miktarda yiyeceğe sahip olmamıza rağmen, artık daha mutluyuz.
Şimdi de aynı tercihlere, lakin farklı ürünlere sahip olduğumuzu düşünelim. Varsayalım ki benim elimde elmalar, sizin elinizdeyse portakallar var. İkimiz de elmalı ve portakallı meyve salatası yemeyi seviyoruz. Eğer elimizdeki bazı elmalarla portakalları değiş-tokuş yaparsak, yine elimizde aynı miktarda ürün olacak olmasına rağmen daha mutlu oluruz. Bu, gerçekten dikkate şayan bir durumdur.
Kaynakların kıt olduğu dünyamızda, gönüllü olarak icra edilen her takas eylemi, toplam servette herhangi bir değişime yol açmaksızın insanları daha mutlu kılabilir. Ticareti bu kadar güçlü kılan şey, tam da bu özelliğidir.
Peki ya farklı tercihlere sahip oldukları gibi, ellerinde de farklı ürünler bulunan bireyler arasındaki mübadele edimleri için ne söylenebilir? Şahsen dersine girdiğim sınıflarda bu durumu aydınlatan bir egzersiz yapmayı tercih ediyorum: Tişörtlerimi öğrencilere veriyor, ancak verdiğim tişörtlerin ölçüleri itibariyle onlara uygun olmadığından da emin oluyorum. Sonra onlara, tişörtlerinden ne kadar memnun olduklarını soruyorum: Öğrencilerin yüzde 10’u elindekinden memnun olduğunu söylüyor. Sonra onlara, eğer isterlerse tişörtlerini sınıf arkadaşlarının elindekilerle değiş-tokuş edebileceklerini söylüyorum, ancak yalnızca aynı sırada oturdukları arkadaşlarıyla. Onlar da tişörtlerini sıra arkadaşlarınınkilerle değiş-tokuş ediyor. Bu sayede siz, yanınızda oturan arkadaşınızla ticaret yapmış oluyorsunuz, arkadaşınız da sizinle; tişörtler ortalıkta geziniyor ve tüm alıcı ve satıcıların refahı sürecin her bir aşamasında daha da artıyor. Değiş-tokuş işi tamamlandığında, belki de öğrencilerin yüzde 30’u eskisinden daha memnun olmuş oluyor. Bu, elbette büyük bir ilerleme, fakat devasa olduğu söylenemez.
Bir sonraki aşamada öğrencilerime, tişörtlerini sınıftaki herkesle değiş-tokuş edebileceklerini söylüyorum. Sınıf çıldırıyor: Extra large tişörtler small tişörtlerle, mediumlar large tişörtlerle değiş-tokuş ediliyor. İnsanlar ellerindeki tişörtleri sallayıp, hep bir ağızdan ve yüksek bir sesle tişört numaralarını söylerken ortaya çıkan görüntü, bir kaosu andırıyor. Süreci yöneten hiçbir plan, hiçbir direktif olmadan gerçekleşen bu ticaret faaliyeti sonucu, acaba öğrencilerin ne kadarı yeni dağılımdan memnun olduklarını söylüyorlardır? Bu oran, yüzde 90 veya daha fazlasıdır. Başlangıçta elimizde ne kadar tişört vardıysa, şimdi de o kadar var. Mübadele sürecini yöneten herhangi bir sorumlu belirlememiştik. Yine de yüzde 10 memnuniyetten yüzde 90’a varıyoruz. Bazı tişörtler birden çok kez el değiştiriyor. Kimse sürecin başında kendi elinde olan tişörtün şu an nerede ve kimde olduğunu bilmiyor – sadece değiş-tokuş sayesinde ellerindekinden kurtulmuş oluyorlar, o kadar. Üstelik kendisininkini başkasının tişörtüyle değiş-tokuş eden herkes daha mutlu oluyor. Sihir gibi görünüyor değil mi? Oysa bu, tam da piyasaların çalışma biçim ve düzenidir…
Kaynak: LearnLiberty.org
Konuşmacı: Prof. Michael Munger / Duke Univertsiy
Çeviri: Halit Yerlikhan