286 video

Liberteryenizm’e Giriş 14: Modası Geçmiş Devlet

Gerçek şu ki devlet pek iyi işlemiyor. Ve insanlar, onun engellerinden kaçınmanın türlü yollarını arıyor. Bazıları göç ediyor. Bazıları saklanıyor. Bazıları kayıt dışı çalışıyor. Bazıları ise devletin almak istediği hizmetleri araştırarak, çıkarlarını devlet üzerinden sağlamanın hukuki yöntemini buluyor. Devletin birçok şeye müdahil olma sebeplerinden biri “piyasa başarısızlığı” fikri. Bu fikir; eğer piyasalar mükemmel olsaydı, -yorumcunun- sunulmadığına inandığı mal ve hizmetlerin de sunulmuş olacağını öne sürer. Bunu, insanların satın almak isteyeceği şeylerin sunulmasındaki başarısızlık olarak düşünmeniz gerekir. Sonuçta, piyasa tarafından sağlanamayan sonsuz sayıda şey var. Bunun sebebi genellikle ya onlar için bir market olmaması ya da bir market olsa bile üretim için maliyetin çok yüksek olması. Sonuç olarak, insanların satın almak isteyeceği şeylerin sunulmuyor olması, piyasa başarısızlığı demektir. Bana göre, bir ekonomist şöyle dursun bir politikacı bile, piyasa tarafından sağlanan bir hizmetin devlet tarafından daha verimli sağlanacağını iddia edemez. Bu yüzden, bir piyasa başarısızlığı olduğunu düşündüğünüzde, acaba piyasa başarısızlığı “devlet başarısızlığı”ndan daha mı fazla diye sormalısınız. Öyle olamayacağını savunuyorum. Devlet başarısızlığı daha fazla. Dolayısıyla, eksiksiz olmadığını bilsek bile, piyasalara güvenmeliyiz.

Piyasa başarısızlığı fikriyle bağlantılı olan şey, kamusallığı olan bazı hizmetlerin devlet zoruyla sağlanması gerektiğini ifade eden “kamu malları” fikridir. İnsanların zihninde genel olarak iyi olan herhangi bir şey, kamu malı kapsamında görülür. Daha fazla çocuk Shakespeare okumalıdır, bu yüzden Shakespeare bir kamu malıdır. Daha fazla insan üniversiteye gitmelidir, o yüzden o da bir kamu malıdır. Ekonomistler bunları kamu malı olarak görmez. Şu iki şartı sağlayan şeyleri kamu malı olarak görürler: Birinci şart, bazı insanlara o şeyden yararlanmayı yasaklamanın imkansız olmasıdır. İkinci şart da onu çok insanın tüketmesinin o hizmeti ortadan kaldırmamasıdır. Özellikle kamu mallarının belli örneklerine baktığınızda gördüğünüz problem şudur: Eğer onlar farklı bir yoldan sağlanabilseydi, o zaman kamu malı sayılmazlardı. Eğer devlet onları kendi belirlediği bir yoldan sağlıyorsa, o zaman evet, insanları hariç tutmak imkansız olacaktır. Ve daha fazla insanın o üründen yararlanması, hizmeti ortadan kaldırmıyordur ama bu hizmeti sağlayabileceğiniz farklı yollar da olabilir.


Yıllarca bahsedilen çeşitli örnekler var. Mesela biri deniz fenerleri. Bir deniz feneri nasıl para toplar? Işığı dışarıdadır. Eğer siz görebiliyorsanız, ben de görebilirim. Ama siz o hizmet için para ödüyorsanız ve ben ödemiyorsam, o zaman ben ücretsiz yararlanıyorum demektir. Ekonomistlerin söylediği gibi hazıra konuyorumdur. Daha sonrasında Nobel Ödülü’nü kazanan bilim insanı Ronald Coase, deniz fenerlerinin 19. yüzyıl İngiltere’sinde nasıl hizmet verdiğini ve neden devlet tarafından finanse edilmediğini inceler. Gerçekte deniz fenerleri özel teşebbüsler tarafından kuruluyordu, bazı durumlarda kar amacı gütmeyen kurumlar veya bağışlarla ama hiçbir zaman devlet tarafından değil. Buradan çıkarılacak derslerden biri, sadece teorik ekonomistlere bağlı kalmamaktır. İş dünyasından insanlarla da konuşun. Belki, ekonomistlerin hala birbiriyle tartıştığı sorunları çoktan çözmüşlerdir.

Kamu mallarının devlet tarafından işletilmesi konusunda göz önünde bulundurulması gereken bir başka sorun da hükümetin nadiren bir şeyler yaratıyor olmasıdır. Devlet antibiyotikleri, çırçır makinelerini, otomobilleri ya da akıllı telefonları icat etmedi. Hizmet yaratıldıktan sonra insanlar ödeme yapmak istemediklerinde, hizmeti düzenlemek ya da işletmek için devreye girdi. Genellikle, piyasanın geliştirmiş olduğu bir hizmet için insanlar “Keşke bunun için bu kadar para ödemek zorunda kalmasaydım.” dediğinde devlet devreye girerek “Bunu biz sizin için sağlayacağız.” diyor. Oysa ilk etapta, işleyen bir piyasanız olmasaydı bu hizmetten bahsedilemezdi bile. Yani, devlet işletmesinin kötü olması, kalitesiz hizmetlerin siyasi şekilde sunulmasına neden oluyor. Verimsizliğe ve atıllığa yol açıyor. İnsanlar alternatifler arıyor. Bunu nasıl yaptıklarından bahsetmek istiyorum. İletişimi ele alalım.

Dünyada şu ana kadar var olmuş bütün iletişim araçları nesilden nesile evrimleşti, ikisi hariç. Posta servisi 40 yıl, 80 yıl, hatta 120 yıl önceki aynı hantalca işleyişine devam ediyor. Çoğu insan artık mektup göndermek yerine e-posta, internet sohbeti veya diğer alternatifleri kullanıyor. Yani posta servisi mektup göndermiyor. Fatura gönderiyor, el ilanlarını gönderiyor ve hâlâ servise devam ediyor. Yüzlerce ve binlerce insan hâlâ sendika tarafından işletilen, cansız, çağdışı, düşük vasıf gerektiren posta hizmeti için gereğinden fazla ücret ödüyor.

Posta hizmetinin yanında başka bir mevzu da eğitim. Okullar 40 yıl, 80 yıl, hatta 120 yıl önce göründüğü gibi görünüyor. Okullar, özellikle de yoksullar için, pek iyi değil. Kamusal eğitimin amacı yoksulların eğitim almasını sağlamaktır, çünkü kimse zenginlerin okul için para verebileceğinden şüphe duymaz; hatta orta sınıf için bile bu geçerlidir. Yani ne de olsa para orta sınıftan geliyor, bu yüzden orta sınıf, maliyeti kendi karşılayabilir. Dolayısıyla argüman, kamusal eğitime yoksullar için ihtiyacımız olduğunu öne sürüyor. Ama yoksullar, yetersiz bir eğitim alıyor. Alabildikleri gıda, tütün, otomobil kalitesine kıyasla, aldıkları eğitimin kalitesi düşük. Peki neden? Çünkü diğer tüm alanlarda tüketici tercihine göre hareket ediyorlar, ancak eğitim devlet tarafında temin ediliyor. Ve okul seçimi, ikamete bağlı ise yoksullar için iyi bir okul bölgesine taşınmak zor oluyor. Ayrıca siyasi nüfuzları da az olduğundan, okullar üzerinde baskı da uygulayamıyorlar. Sınırları değiştirip iyi bir okul bölgesine geçebilmek için baskı yapamazlar. Ve okulları, ebeveynlere karşı daha duyarlı hale getirmek için gereken siyasi güce de sahip değiller. Bu yüzden, çoğunlukla kötü bir eğitim almaktadırlar.

Diğer birçok alanda, insanların düşük kaliteli devlet hizmetinden kaçtığı yollar bulunuyor. Benim gibi minimum devletçi bir liberteryene göre, devletin milli savunmanın yanında üstlenmesi gereken temel şeyler polis teşkilatı ve hukuk sistemidir. Ama devlet, o görevlerini bile iyi yapamıyor. Peki ne oluyor? Pek çok şirket, idari mahkemeler yerine arabuluculara gidiyor. Bir tahmine göre, idari mahkemelerde çözülen davaların üç katı, arabulucular yoluyla çözülüyor. Peki neden? Çünkü idari mahkemeler yavaş, pahalı ve bürokratik. İnsanlar, arabulucular ve hakemler yoluyla işlerini daha hızlı halledebildiklerinin farkındalar. Bu, insanların sistemin etrafından dolaşmak için bulduğu yollardan biri.

ABD’de özel güvenlik görevlisi sayısı polisten daha fazla olabilir. Şirketlerdeki, alışveriş merkezlerindeki, festivallerdeki ve bunun gibi yerlerdeki özel güvenlikleri, özel dedektifleri, güvenlik hizmeti veren birçok özel şirketi düşünün. Yıllar önce bir akşam işten sonra nasıl alışveriş yaptığımı anlatmıştım. Alışveriş yaptıktan sonra yemek yemek için bir lokantaya gittim. Lokantadan çıktığımda vakit oldukça geçti. Sokaklar ıssızdı ve arabama yürüyerek geri dönmek zorundaydım. Ve farkettim ki geri dönerken güvensiz hissetmiyordum, çünkü alışveriş merkezindeydim. Özel güvenlik tarafından korunan özel bir mülkteydim. Ama bu, oranın kamuya kapalı olduğu manasına gelmiyor. Ancak özel mülkler daha iyi bir güvenlik sağlamak için teşviğe sahipler. Bu yüzden alışveriş merkezini gezerken saldırıya uğramayacağımı biliyorum. Yine de bu yüzde yüz doğru bir korelasyon değil. O gece, büyük ihtimalle, sokakta da saldırıya uğramazdım. Bir alışveriş merkezinde ise suçla karşılaşma ihtimaliniz oldukça düşük. Fakat bu fark oldukça önemli; çünkü arabuluculuk ajansları, aracı firmalar, özel güvenlik şirketleri gerçek müşterilerle muhatap oluyor. Ve eğer kötü bir iş çıkarırlarsa müşterilerini kaybedeceklerini biliyorlar. Kamu sektöründeki organizasyonlar ise bu türden bir teşvik sistemine sahip değil. 

Teknolojiden etkilenen pek çok eski sektör var: Gazeteler, internetten muzdarip oldular; kitap mağazalarının işlerini online perakendeciler bitirdi; seyahat acentaları, insanlar doğrudan havayolu şirketleri ile anlaştıkları zaman kendilerine gerek kalmayacağını farkettiler; müzik endüstrisi, teknoloji ile alt üst oldu. Fakat devlet tarafından yönetilen sektörler bu etkiye karşı korunaklı, çünkü yasal tekellere sahipler: postaneler, okullar, para, döviz…

Yine de insanlar daha iyi bir çözüme ihtiyaç duyuyorlar. Devlet parasının, değerini iyi koruyamadığını biliyorlar. İsviçreli ekonomist Peter Bernholz birkaç yıl önce şöyle yazmıştı: “30 farklı ülke parasıyla yapılan bir araştırma gösterdi ki merkez bankaları tarafından kontrol edilen hiçbir para birimi, 1700’den bu yana,otuz seneden fazla istikrar sergileyemedi.”. Bunu bir düşünün. Söz konusu olan şey yalnızca fiyat istikrarı sağlayan tek bir merkez bankasından ibaret değil. Bu, şüphesiz, birilerinin bundan daha iyi iş çıkarabileceğini gösteriyor. Fakat bunu Federal Rezerv (FED) yapamaz. Federal Rezerv, yaklaşık 100 yıldır var ve bu sürede dolar %95 değer kaybetti. Federal Rezerv; panik oluşmasını, bankalara hücumları ve buhranları önlemek için kurulmuştu. Fakat kurulduktan henüz 20 yıl sonra Büyük Buhran’ı yaşadık; 50 yıl sonra ise Büyük Resesyon’u. Ayrıca arada birçok resesyon vardı ve dolar %95 değer kaybedene kadar istikrarlı biçimde enflasyon yaşadık.

Federal Rezerv kadar eski olmayan Euro, sadece 40 yıl içinde %60’tan fazla değer kaybetti. Dolayısıyla düşüşü Federal Rezerv’den çok daha hızlı. Peki ne olacak? Eh, bazı inovasyonlar yapmayı deniyoruz, mesela Federal Rezerv para birimi sisteminde bazı yenilikler yaptık. ATM’ler (Automatic Teller Machine) buna bir örnek. Bir nesil önce böyle bir şeye sahip değildik. Şimdi ise insanlar paralarını buradan çekiyorlar. PayPal gibi mobil ödeme şirketleri bankalara kıyasla daha kolay para transferi sağlıyor. Tüm mali işlerde tekel olan bankalar, kısa çalışma saatlerinden ötürü kötü bir şöhrete sahipti. Bu bankalar yalnızca 10.00-15.00 arası açıktı. Başka bir yere gidebileceğimizi bilen perakendeciler ise uzun saatler boyunca açıktılar. Herkesin kartelin bir parçası olduğunu ve kimsenin kartelin dışına çıkamayacağını bilen bankalar ise bu kadar müşteri dostu değillerdi. Fakat bütün bu inovasyonlar, dolar sistemi yani Federal Rezerv Sistemi içindeydi.

Peki ya özelleştirmeler? American Express’in ABD Merkez Bankası kadar güvenilir bir para sunamamasının bir nedeni var mı? Google’ın ya da bir online ödeme sisteminin MB’den daha güvenilir ve istikrarlı bir para servisi sağlayamamasının bir nedeni var mı? Bir neden olduğunu düşünmüyorum açıkçası. İnsanların, ABD Doları dışındaki paralara güvenmesinde bazı problemler olabilir ama buradaki daha büyük problem, hükümetin rekabeti sevmemesi. Ve insanlar bunu “Özgürlük Doları” denen bir inovasyonla denedi. Devlet ona izin vermedi. “E-altın” denen başka bir inovasyon yapıldı. Devlet bunu da beğenmedi. Son zamanlarda Bitcoin var ve bunun kabul edilebilir bir para birimi olup olmadığı hakkında pek çok şikayette bulunuldu ve soruşturmalar gerçekleşti. Parada bazı özelleştirmeler yapılacağını ümit ediyorum. Devlet parası o kadar kötü ki –euro veya başka bir para da buna dahil– özel kuruluşların alternatif paralar sunmaları için alan yaratılmalı. Eskiden insanlar altınla kontrat yaparlardı, ve sonra Yüksek Mahkeme “bu kontratlara itibar etmeniz gerekmiyor” dedi, ki bu kontratları yapan insanlara ihanet etmenin bir yoluydu, en azından kontratın bir tarafına. Bundan dolayı insanlar, kontratlarını hangi alternatif para birimiyle yaparsa yapsın, onların mahkeme tarafından tanındığını bilmek zorunda. Bu ise zorluklardan sadece biri. Bitcoin’den Uber’e, Lyft’ten çeşitli özel hizmetlere kadar, insanlar düşük kaliteli devlet hizmetlerine alternatif yollar arıyorlar.

Fakat hükümetler ve kayırılan işletmeler kolayca pes etmeyeceklerdir. Kimse elindeki tekelden vazgeçmek istemez. Tekeller, hükümet için güç; yani garanti gelir demektir. Amerikan posta servisi tekelini korumak için sıkı bir mücadele veriyor. Mahalledeki gençlerle 25 cent karşılığında posta dağıtım işine başladınız diyelim, devlet peşinizden gelecektir. Daha önce bunu yaptılar. FedEx, devletin mektup olarak gördüğü şeyleri dağıtma hakkı için mücadele etti. FedEx, yeterince iş aldığında posta dağıtımını 50 cent veya 1 dolara devletten çok daha güvenilir bir şekilde yapacağını gördü. Aslında mahkemede mücadele ettikleri şey de devletin mektup dağıtımındaki yasal tekeline itiraz etmekle suçlanmaktı. Öğretmen sendikaları ve eğitim alanının diğer bölümleri eğitim işinde seçim yapmak için dişiyle tırnağıyla mücadele ettiler. Federal Rezerv para tekelini konusunda çok savunmacı. Biraz yerel düzeyde kalsa da taksi kartelleri varlıklarını koruyorlar. Birçok şehirde hala taksi lisansı almak için bir sürü para ödemek zorundasınız. Bu sistemin Uber ve Lyft gibi yeni rakipler tarafından bozulmasını istemiyorlar. Bu yüzden onları yasak ve sınırlama getirmek için epey uğraştılar. Bu daimi bir mücadele; ister okul ister posta servisi isterse de taksi karteli ya da Federal Rezerv olsun. Fakat bunların hiçbiri iyi çalışmadığı için her zaman daha iyi bir hizmet sunmanın yolunu düşünen girişimciler ve bu yolları arayan tüketiciler olacaktır. Bu yüzden tüketiciler ve girişimciler ile korumalı endüstriler arasındaki mücadele devam edecek.

Soru: Eğer devletimiz tekellerinden kurtulmaya ve özelleştirmeye karar verirse, tekellerin serbest piyasaya gireceğini ve bunun sadece devlet tekelinden özel tekele direkt geçiş olmadığını nasıl garantileyebilir veya bizler seçmen olarak bunu nasıl garantileyebiliriz?

David Boaz: Bunun ABD’de olacağını gerçekten düşünmüyorum. Rekabetçi firmalar rekabetçi bir piyasaya girdiklerini varsayacaklardır, genelde öyle düşünürler. Bundan 20 yıl kadar önce bir işadamıyla yaptığım konuşmayı hatırlıyorum, şöyle demişti; “Bir konsorsiyum kurarak posta hizmetini 5 milyar dolar gibi bir paraya satın alabilir, böylelikle onu devletin elinden kurtarabilirsiniz.”. Az önce söylediğim şey, bu posta tekelinin sona ermesi anlamına gelebilirdi. Ama hayır, bu iş tekelle olur, aksi takdirde hiçbir değeri olmaz. Tekel olmadan tüm o verimsiz işçileri neden almak isteyesiniz ki? Bu nedenle evet, devlet hizmetlerinin rekabetçi piyasaya transferi kesinlikle iyi bir fikir ve nitekim, rekabetçi piyasalar oluşturmak, hizmetleri özelleştirmekten çok daha önemli. Eğer tamamen rekabetçi bir piyasaya sahip olursak, o zaman bırakın devlet okulları varlığını sürdürsün. Bazı insanlar bu devlet okullarına manevi nedenlerden gitmeye devam edecek. Demek istediğim, tıpkı babam gibi ben de Mayfield Lisesi’ne gittim ve belki benim çocuklarım da oraya gidecek. Ama eğer başka alternatifler üretilirse, o zaman eski okullarına sadık kalmayı düşünen herkes o alternatifleri görmeye başlayacak. Bu, Mayfield Lisesi’ni özelleştirmekten daha iyi ama yine de okula gidecek olan herkesin vergi ödemesi gerekecek.

Soru: Devletin büyüklüğü açısından ABD’nin gelecekteki durumunu nasıl görüyorsunuz? Sizce daha liberteryen, sınırlı devlet anlayışına doğru mu gidecek yoksa merkezi yönetim güçlenmeye devam mı edecek?
David Boaz: Son zamanlarda Amerika’da liberteryen bir ivme kazanıldığı yönünde konuşmalar oldu. Bu duruma, siyasetten bazı spesifik örnekler verebiliriz. Örneğin -bütün uyuşturucu yasalarını olmasa da- marihuana ile ilgili yasaları sonunda yeniden düşünüyoruz. Evlilikte eşitlik konusunda liberteryen bir çizgide ilerliyoruz. Devletin büyümesine karşı tepki gösteren Tea Party gibi örnekler gördük. “Wall Street’i İşgal Et” örneğinde olduğu gibi devlet çok büyük ve çok hızlı olmaya çalıştığı zaman Amerikalılar böyle bir şeye destek vermiyor bilakis buna karşı çıkıyorlar. Aynı zamanda pek çok kültürel şey oluyor: Uluslarası ticaret yapan şirketlerden teknoloji şirketlerine bazı işletmeler taksi tekellerine ve köklü otellere meydan okuyorlar ve hatta belki resmi paraya bile… Tüm bunlar liberteryenizm yönünde bir ivmenin parçası olabilir. Fakat yine de ABD gibi modern ve gelişmiş ülkelerdeki refah devleti küçülmeyecek gibi görünüyor. Devlet büyümeye devam ediyor. Uzun vadede, refah devletini finanse etmeye gücümüz yetmeyecek ve bu, bizi “refah devleti” üzerine yeniden düşünmeye sevk edecek; refah devletini ortadan kaldırmak için değil belki ama en azından bazı küçülmelere gitmek için. Ki bunun bazı gelişmiş ülkelerde yapıldığını görüyoruz. Daha uzun vadede ise hakikat şudur: Özgürlük işimize yarar, büyük bir devlet değil. Bu, şu anlama geliyor: Birincisi, insanlar -öyle inanıyorum ki- piyasanın, bireyciliğin, hoşgörünün ve özgürlüğün daha çok işimize yaradığını görecekler ve bu yönde hareket edecekler. İkincisi ise yeni şirketler, giderek daha fazla insanın daha çok ihtiyacını karşılayarak veya insanların devlete başvurmak yerine kendilerinden hizmet almak isteyeceği derecede nitelikli işler yaratarak yükselecekler. Dolayısıyla, uzun vadede piyasanın özgürlüğünün daha dirençli olacağını ve insan ihtiyaçlarına bürokratik ve hantal devlet kurumlarından daha çok hizmet edeceğini düşünüyorum. Fakat bunların gerçekleşmesi çok uzun sürebilir. 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında epey ilerleme kaydettik ve ilerleme görmeye devam edeceğiz. Asla özgürlüğün altın çağı gerçekleşmeyecek. Ama bahse girerim ki 100 yıl sonra daha fazla özgürlüğe sahip olacağız çünkü özgürlük daima işe yarar.

Konuşmacı: David Boaz, The Libertarian Mind Kitabının Yazarı
Kaynak: Libertarianism.org
Çevirenler: Sinan Karaoğlu, Lider Kara, Furkan Yıldız, Asım Kaya, Leyla Kenç
Redaksiyon: Seçkin Sosyal

Önceki
Liberteryenizm’e Giriş 12: Büyük Devlet Ne Anlama Gelir?
13.03.2019
Sonraki
Liberteryenizm’e Giriş 13: Kamu Tercihi
13.03.2019