KAPİTALİZM, İŞÇİLERİN SÖMÜRÜSÜ ANLAMINA MI GELİR?
Karl Marx’ın meşhur çalışmasına göre, kapitalist ekonomi, işçilerin sistematik sömürüsüne zemin hazırlar. Marx, bu fikrini emek-değer teorisine dayandırır. Gerçi bugün birçok akademisyen bu teoriyi reddeder ama yine de Marx’ın temel iddiasına hâlâ katılmaktadır. İddia şudur ki, sömürü, kapitalizmin doğasında vardır. Bu iddiayı öne sürenler “sömürü” tanımının kapsamını genişletirler ve bu tanımı neredeyse tartışmasız bir gerçek gibi sunarlar. Günümüz filozofları sömürü kavramını Marx gibi “patronların, işçinin emeğiyle ürettiği artı-değeri cebine atması” olarak değil, “insanların çaresizliğinden haksızca faydalanmak” olarak tanımlarlar. Buradan yola çıkarak pek çok filozof şöyle düşünür: Günümüz kapitalizmi tam bir sömürü düzenidir; zengin kapitalistler, yüksek kârlar elde etmek için zavallı işçilerin sırtından geçinmektedir.
Bu argümanı nasıl cevaplamalıyız? Kapitalizm sömürücü müdür? Kapitalizmin alternatifi nedir? Öncelikle şunu söylemeliyiz ki pek çok kapitalistin işçileri sömürmek istediği doğru. Mümkün olduğunca az maaş verip en fazla işi yaptırarak maksimum kâr elde etmek istiyorlar.
Bunu zorlaştıran faktör ise işçileri sömürmek isteyen başka kapitalistlerin de olması. Rekabet baskısı, kapitalistleri -onlar bunu can-ı gönülden istemese dahi- işçilere ürettiği malın karşılığını vermeye zorlar. Eğer birine hak ettiğinden daha az para verirseniz, bir başkası ona daha fazlasını teklif edecektir. Çünkü ancak bu şekilde kâr edebilirsiniz. Müzayedede 1 dolar için açık artırma yapıldığını düşünün. Tabii ki mümkün olduğunca az para vermek istersiniz, ama eğer başkası 60 cent veriyorsa sizin 62 cent vermenize değmez mi? Ve başkası da 64 cent teklif eder ve böyle gider, değil mi? Rekabetçi bir piyasada da aynı süreç işler. Kapitalistler, işçilere onların ürettiği malın değerine yakın bir ücret ödeyecektir; bunun nedeni ise kapitalistlerin bunu yapmaya hevesli olması değil, çıkarlarının bunu gerektirmesidir.
Kapitalizm ve sömürü hakkında aklımızda tutmamız gereken ikinci nokta da şu: Eğer işçiler adil ücretler alamıyor veya sömürülüyorsa bile, serbest piyasa, en azından bunun gönüllülük esasına göre gerçekleşmesini ve böylece iki tarafa da yarar sağlamasını garantiler. Mesela birçok insanın haksızca bulduğu “acil ihtiyaç kredisi”ni düşünelim. Çalışan fakat yoksul bir kişi, temel ihtiyaçlarını karşılamak için acil paraya ihtiyaç duymaktadır ve bu yüzden acil ihtiyaç kredisi çekecektir. Tabii bu kredi karşılığında yıllık yaklaşık yüzde 400 oranında faiz ödemek zorundadır.
Bu kadar yüksek faiz oranının haksızlık olduğunu farz ederek bir tartışma açalım. Bunu kabul etsek dahi, yine şu sonuca varırız: Daha iyi bir alternatif olsaydı, iki taraf da kredi çekmeyi veya vermeyi tercih etmezdi. Ve bu yüzden, zayıf da olsa gönüllülük esasıyla gerçekleşen bu işlemde, her iki taraf da yitirdiğine kıyasla daha fazla kazanmayı umuyor. Bu demektir ki, içlerinden biri hata yapmadığı sürece, bu alışveriş iki taraf için de kazançlı olacaktır. Bu işlem, hem tek başına işçinin yararınadır hem de toplumun bütününün gelişimini sağlar. Toplumda zenginlik gönüllü alışveriş ile yaratılır. Bir toplum zaman içinde ne kadar zenginlik yaratmışsa, kapitalistlerin sömürüsüne açık kişi sayısı o kadar azalır. Piyasa mükemmel değildir, ama kapitalizmin sömürü olduğunu düşünseniz de düşünmeseniz de sormanız gereken şudur: Kapitalizmin alternatifi nedir? Alışılageldik öneriler şunlar: Siyasi regülasyon ve kontrol. Ancak burada sömürüyü minimize etme endişesi güdüyorsak, bu alternatiflerin işe yarayıp yaramadığını sorgulamalıyız. Sonuçta vatandaşlar devlete karşı aşırı derecede güçsüzdür ve lobiciler, bürokratlar, seçilmiş yöneticiler sıklıkla kendi kişisel çıkarları için bu güçsüzlükten faydalanma yoluna giderler. Siyasi kurumlarımızın büyük tarım şirketlerine nasıl teşvik verdiğini, otomotiv şirketlerini sübvanse ederek nasıl kurtardığını, Merkez Bankası vasıtasıyla bankacılığı nasıl kartelleştirdiğini ve diğer örnekleri düşünün. Bütün bu politikalar, sıradan vatandaşın zararına, ekonomik ve siyasi açıdan güçlü olanların ise çıkarına hizmet eder. Bunun adı “serbest piyasa” değildir, devletin büyümesidir. Ve piyasalardan farklı olarak, siyasi alışverişler, gönüllülük esasına dayanmaz.
Devlet, General Motors’u kurtarmak için sizin paranızı kullanmak istediğinde hayır deme şansınız yoktur. Bu durum, her türlü alışverişin karşılıklı yarar sağlayacağının garantisi olmadığı anlamına gelir. Siyaset işin içine girdiğinde, bir taraf, -genelde- diğerinin zararı pahasına kâr elde eder. Siyasetçiler büyük şirketlerden, büyük şirketler de devletten nemalanırlar. Tabii ki bu işlemin bir bedeli de vardır, ancak devletler yaptırım gücüne sahiptir, bu yüzden üçüncü şahısları bu bedeli yüklenmeye zorlayabilirler. Siyasete nüfuz etmek için mali gücü yetenler bu işten kârlı çıkacaktır, buna gücü yetmeyenler ise zararlı çıkacaktır. Siyaset böyle işler. Ve bunun nedeni, şu anda koltuklarda kötü insanların oturması, iyi insanların bulunmaması değildir. Bu, politikanın yapısından kaynaklanır, onun doğasıdır; çünkü devlet, aldığı kararları halka dayatma gücüne sahiptir. Çare, devletin gücünü ezilenlerden yana kullanmasını ummak değildir. Kendimize şunu sormalıyız: Eğer dünyadaki sömürüyü gerçekten azaltmak istiyorsak, bunun en iyi yolu devletin gücünü artırmak mıdır?
Kaynak: Learnliberty.org
Konuşmacı: Prof. Matt Zwolinski / University of San Diego
Çeviri: Merve Güngör
Redaksiyon: Bünyamin Aydın