286 video

Liberteryenizm’e Giriş 9: Güven Ağları

Sosyalizmin ve müdahaleci devletin nasıl güvensizlik oluşturduğu hakkında konuşuyordum.
Başkalarının dışarıya seni yakalamak, ortak havuzdan çalmak için çıktığını düşünürsün.
Bence özgürlük, yabancılar arasındaki güveni geliştirir.
Babamın, bir ülke kahramanıymış gibi, bankadan sadece ismiyle nasıl borç para alabildiğinin öyküsünü anlatayım. Küçük bir kasabada yaşadık. Bankacılar babamı tanırdı. Onun karakterine güvenirlerdi. Bu yüzden babama borç verirlerdi. Ben ise büyük bir şehirde yaşıyorum. Ve bankacıları tanımam. Bu yüzden onlar beni bilmez. Bana güvenmezler. Ve bu nedenle sadece ismimi vererek borç para alamam. Diğer taraftan, dünyanın herhangi bir yerinde kolayca borç alabilirim. Gece yarısı Çin’deki bir ATM’den para çekebilirim. Nasıl? Babamdan daha iyi bir itibarım olduğundan değil; ama kim olduğum bilgisinin kontrol edilmesini sağlayan bilgisayar ağları sayesinde. Beni şahsen tanımıyorlar; ama kim olduğumu kontrol edebilirler. Kredi Kartları, kredi büroları bunların tamamı yabancılara güvenmemize olanak sağlıyor. 
Böylece, insanlar beni ortak havuzdan çalmaya çalışan biri gibi görmüyorlar. Beni tehdit unsuru olarak değerlendirmiyorlar. Bana müşteri olarak bakıyorlar. Ve bu kartı bir bilgisayarda sorguladıklarında, önceki iş ilişkilerimin bilgisi geliyor: bu kişi güvenilir olabilir. Ona arabanın anahtarlarını ver. 300$ ver. Bu, güven ağının piyasa kurumları tarafından genişletildiği anlamına gelir. Sözleşmeler, kredi büroları, kredi gereksinimleri ve bu tür şeyler, esasında herkesin karakterini bildiğimiz bir kasabada elde edebileceğimizden çok daha fazla güven bilgisi sağlıyor.

Ve büyüdüğüm kasabada bazı insanlar, sadece isimleriye borç para alamazlardı. Bankadan içeri girerlerse eğer, atılırlardı çünkü insanlar onları güvenilmez olarak tanıyordu. Bu insanlar, iyi karakterleriyle ün kazanmamışlardı. Bu kredi sistemlerinin kişisel önyargılardan etkilenme olasılığının az olduğunu çünkü bu köyde bazı insanların gerçekten güvenilmez olduğunu ve onlara borç verilmemesi gerektiğini düşünebiliriz. Fakat bazı insanlar bu sebeple değil ama, siyahi ya da şehrin yoksul bölgelerinden oldukları gerekçesiyle güvenilmez bulunuyorlardı. Kredi büroları, bu kişinin kayıtlarını -faturalarını ödüyor mu, düzenli bir gelire sahip mi- görmenizi sağlar. Bu güven ağını büyütmek, bireysel hak ve sorumluluk ve aynı zamanda güvenli mülkiyet haklarını gerektirir; serbest piyasa ekonomisinin şartlarına uygun sözleşme özgürlüğü ve kesinlikle hukukun üstünlüğü ilkesini de.

Hukukun üstünlüğünün ve yeterli hukuk kurallarının bulunmadığı bir ülkede, ekonomik faaliyetlerin gerçekleşmesi zordur. Mülkiyet haklarını koruyan ve insanların kredilerini kontrol etmenize izin veren bir hukuk sistemi bulunmayan bir ülkede ise borç almak çok daha zordur.

Sivil toplumun bir kısmı işlerdir, bir kısmı kiliseler, bir kısmı geniş ailelerimizdir, bir kısmı ise sosyal dayanışmalar ve yardım dernekleridir. Sosyologlar ve tarihçilerin bu tür kurumlara çok az dikkat ettiklerini düşünüyorum. Tarihçiler, sosyologlar ve siyaset bilimciler devleti incelemeyi severler. Ve bir dereceye kadar, iş dünyasını da çalışıyorlar. Fakat aynı miktarda, sosyal dayanışma organizasyonları ve yardım derneklerini de incelediklerini sanmıyorum.

Libertarian Mind’da bu yaklaşıma dair birçok örnek verdim ama bundan çok daha fazlası mevcut. Örneğin Afrika’da, “susu” denen gelenekselleşmiş bir borç verme dayanışması var. İnsanlar bir araya gelir ve birbirine borç verirler. Orada küçük bir güven ağı vardır. Birbirlerine güveniyorlar, çünkü birbirlerini tanıyorlar. Ama bu, kâr amaçlı olmayan bir yardım vakfına veya bir piyasa kuruluşuna dönüşmeye yetecek kadar büyük bir ağ değildir. Kore’de, “kye” adlı benzer bir gelenek vardır. Bu isimleri doğru telaffuz edip etmediğimden emin değilim. Ortaçağ toplumunda ise “ales” vardı. İnsanlar bir araya gelir, “ale” (bir çeşit bira) içer, sonra da şansı o aralar yaver gitmeyen veya hasta olan insanlara yardım etmek için aralarında para toplarlardı. Bahsettiğimiz tüm bu durumlar, devlete veya zenginlere minnet duymak yerine, dengimiz olan insanlara güvenmeyi tercih ettiğimize dair örneklerdir. O zamanlar, Yoksul Anası denilen bir kavram vardı. Çevrenin zengin hanımefendisi, siz muhtaç olduğunuzda gelir ve size yardımcı olurdu. Bu davranış gerçekten hoş ve biri hasta olduğunda onun yardım görmesi de öyle. Fakat birçok insan, kendi ayakları üstünde durabilmeyi veya bir yardım ağında kendine eş seviyedeki insanlardan yardım almayı, kendisinden daha iyi konumdakilere bağımlı olmaya yeğler. 

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında yardım derneklerinden çok sayıda vardı. İnsanlar gruplar halinde bir araya gelir ve ortak çanağa haftada, mesela, 1$ atarlardı. Böylece toplum bir kaynak oluşturmuş olurdu. Ne zaman biri sakatlanır, hastalanır veya eşini kaybederse bu çanaktan yararlanabilirdi. Peki, bu ne anlama gelir? Bu, söz konusu kaynağı senin, arkadaşlarının, locadan tanıdığın insanların ve diğerlerinin oluşturduğu anlamına gelir. Tekrar söylüyorum, böylece ihtiyaç sahibi olan kişi, zengin insanlar kulübünün bağışlarıyla veya devlet yardımıyla değil, bizzat kendisine ve arkadaşlarına dayanarak ayakta durmuş olur. Bu aynı zamanda, kişinin kaytarmaya veya üçkağıtçılığa daha az meyletmesi anlamına gelir. Eğer bağış başka bir yerden geliyorsa, mesela şehrin öteki yakasındaki bir yerden, birilerinin olduğundan daha engelliymiş veya iyileşmiş olmasına rağmen hala hastaymış gibi yapması o kadar da vicdani rahatsızlık oluşturmayabilir. Fakat böyle yapmanın, aslında arkadaşlarından ve -hatta çanağa kendilerinin de para koyduğunu düşünürsek- kendilerinden de çalmak olduğunu bilirlerse, bunun olması daha düşük bir ihtimaldir. Dahası, hayır kurumlarının bir kısmı gerçek anlamda birer dernektiler ve dostaneydiler. Hasta olduğunuzda evinize uğrar ve nasıl olduğunuzu sorarlardı. Artık hasta değilseniz ve işe gidebilecek duruma gelmişseniz, bunu farkederlerdi. Bu durumda artık insanları yardıma çağırmanıza gerek kalmamıştır. Durumunuzu göreceklerini bilirsiniz, dolayısıyla çalışmaya geri dönersiniz. Bulunduğunuz yere uzak bir devlet biriminden, mümkün olduğu sürece işsizlik yardımı alabilirsiniz. Peki ya yardımlar yakın arkadaşlarınızdan geliyorsa? Muhtemelen, mümkün olan ilk andan itibaren iş aramaya başlarsınız.

Adsız Alkolikler, toplumsal yardımlaşmaya diğer bir örnektir. Para kazanma amacı gütmezler, gerçekten yardım ve destek sağlamak içindirler. Masonlar, Kanada Geyikleri, Garip Adamlar gibi komik isimlere sahip birçok grup da vardır. Ve hepsi, en azından bu yardımsever ve arkadaş canlısı toplum düşüncesini yeşerttiler. Ama artık bu tür gruplar hakkında pek haber duymuyoruz. Bunun nedenlerinden biri sigorta şirketleridir. Sigorta şirketleri ortaya çıkıp, “Bizimle haftada bir dolar biriktirin, böylece oluşan küçük fonunuzla daha büyük bir fon satın alabilirsiniz ki bu daha güvenli. Ve biz ekonomik olarak daha verimliyiz. Paranızı alıyor ve onunla yatırım yapıyoruz. Yani daha fazla kazanç potansiyeli mevcut.”, türünden şeyler dediler. 

Refah devleti de geldi ve dedi ki: ”Komşularınıza, dernek üyelerinize veya hemşerilerinize bel bağlamak zorunda kalmamalısınız. Bütün topluma güvenmelisiniz.”. İşte refah devleti, bu kişisel bağlantıların kaybolup ve yerlerini büyük bir bürokrasinin almasıdır. Yardımlaşma derneklerine üye olan insanlar hâlâ var. Bazıları etnik kökene, bazıları da mesleğe dayalı gruplardır.

Mormonlar, Son Dönem Azizleri Kilisesi, onların ayrıntılı özel-refah programları vardır. Gelirlerinin yüzde onunu kiliseye verirler. Bunlar, birçok amaca hizmet etmekle birlikte, bunlardan biri sıkıntı içinde olan topluluk üyelerine destek olmaktır. Ayrıca ayda bir öğünlerinden feragat edip bu öğünün parasını sisteme eklerler. Biraz melez bir sistem. Burası oldukça büyük bir kilisedir, yani yerel Polonyalılar derneğinizdeki gibi değilsinizdir. Ama yine de, siz dininiz tarafından birbirinize bağlısınız ve bu durum size bir topluluk hissiyatı verir.

Sivil toplum, büyük ve karmaşık bir yapıdır. Modern hayatlarımınızın o kadar büyük bir parçası ki artık fark etmiyoruz bile. Ve bu durum uzmanlar tarafından yeterince incelenmiş değildir, bu yüzden de olması gerektiğinden daha az bilgi sahibiyiz. Fakat bu, özgür bir toplumun hem bir ürünü hem de bir taşıyıcısıdır. Sivil toplum, yani devlet gücüne bel bağlamayan insanlar arasındaki tüm bağlantılar.

Konuşmacı: David Boaz, The Libertarian Mind Kitabının Yazarı
Kaynak: Libertarianism.org
Çevirenler: Bahar Ezgin, Elif Şahin, Samet Tonyalı, Büşra Aslan, Furkan Yıldız
Redaksiyon: Seçkin Sosyal

Önceki
Liberteryenizm’e Giriş 11: Görülen ile Görülmeyen ve Uluslararası Ticaret
19.01.2019
Sonraki
Liberteryenizm’e Giriş 10: Piyasanın İşleyişi
19.01.2019